KÂMİL İNSAN

 




Kâmil insan olmak, bilimsel icat ya da keşif yapmak, teknoloji üretmek veya ekonomik başarı gösterip ultra zengin olmaktan daha zordur.

Bugün aramızda teknoloji ve ekonomiden anlayan insanlar az değil, ama kâmil insan yok gibi. Yok denecek kadar az.

Peki, kâmil insan kimdir?

Kâmil insanı, Batılı ya da çağdaş insan tipini ters çevirerek değil, Kur’an ve Sünnet’ten hareketle tanımlamalıyız.

“Kâmil insan”, “Batılı/çağdaş insan”ın her açıdan zıddı değildir.

Batılı insanın ters çevrilmesiyle ulaşılan bir “kâmil insan” tanımı, belki sadece laiklik ve reform öncesi Batı’da benimsenen ideal hristiyan tipini anlamayı sağlar: Dünyayı terk etmeyi amaçlayan ruhban.

*

Teknolojiyi veya ekonomiyi küçümsemek, kâmil insan olmanın anahtarını vermez. Teknoloji ve ekonomiyi küçümsemek, herşeyi onlardan ibaret sanmak kadar yanlış bir tutumdur.

Peygamber Efendimiz s.a.s.’in buyurduğu gibi, “Hepsinde de hayır olmakla birlikte, kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır”.

Bu kuvvetliliğe bedensel güç de, ekonomik güç de, teknolojik üstünlük de, sosyal statü de, siyasal güç de, bilgi de, tefekkür de dahildir.. 

Ancak sosyo-politik ve ekonomik gücün kaynağı, dinden taviz verme, yani aracın amaca dönüştürülmesi, araç için amacın feda edilmesi olmamalıdır..

*

Kâmil insan, tanım gereği Kur’an ve Sünnet’le çelişmez.

Savunduğu görüşler itibariyle çelişmez. Yoksa kâmil olmak, amelen pür hatasız olmak değildir.

Bununla birlikte, kâmil insanlar, İmam Gazalî’nin el-Munkız’ın son paragrafında ve İhya’nın dördüncü cildinin başında belirttiği gibi, hatada ısrar ve inat etmeyenlerdir.

Onlar, kendilerinin ve yakınlarının aleyhine bile olsa adaletten yana olurlar.

Kendi kişisel imaj ve itibarlarının zarar görmesi pahasına da olsa her hususta hakkı söylemeye çalışırlar.

Ancak bu, amelen hiç hata yapmayan insanlar olmaları anlamına gelmez.. “Masum” değildirler, nefislerine mağlup olabilirler, fakat tevbe ederler, günahta ısrar etmezler.

Üzerlerinde kul hakkı kalmaması için helalleşmeye, hakkı geçen kişileri razı etmeye uğraışırlar. 

(Peygamberler, onlardaki ilim-irfan, güçlü yakîn ve “Allah’ın burhanını görmüş” olmaktan dolayı günaha meyletmezler, günahtan kaçınırlar, mahfuz/korunan velî ise, normalde günah işleyebilecekken bir şekilde korunur, uzak tutulur.)

*

İnsanların kemali konusu üzerinde en çok duranlar belki de hadisçilerdir.

Onlar, Subhi es-Salih’in hadis usulü ile ilgili kitabında aktardığı gibi, Said b. el-Müseyyeb’in Fazileti kusurundan çok olanın kusurları, fazileti dolayısıyle bağışlanmalıdır” şeklindeki sözüne önem verirler.. 

(Bu, amelî meselelerde böyledir, insanların toplumu ilgilendirmeyen kişisel kusurları mümkün mertebe örtülür.. İtikadî-fikrî meselelerde ise durum farklıdır, yanlışlar söylenir.)

Hatîbu’l-Bağdadî şöyle der:

“Hiçbir değerli şahıs, kıymetli alim, kuvvet ve kudret sahibi insan yoktur ki bir kusuru bulunmasın; fakat kusurları söylenmeyen insanlar da vardır (böylece biz onları kusursuz gibi görmeye başlarız).”

Hadisçiler, kâmil insanı (adil insan) tanımak için felsefe yapmak yerine, doğrudan Kur’an ve Sünnet’e bakarlar.

Hatîbu’l-Bağdadî, adil insanı şöyle tanımlıyor:

Farzları ifa eden, emredileni devamlı yapıp nehyedilenden sakınan, insanı adileştiren günahlardan kaçınan, davranışlarında hakkı arayıp yapılması gerekeni yapan, bu esnada dilini ve şahsiyetini zedeleyen sözleri ağzına almayan kimseye adil denir ve doğru sözlü olduğu kabul edilir.” 

(Subhi es-Salih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları, çev. M. Yaşar Kandemir, Ankara: DİB Yayınları, 1906 s. 106.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...