Bu ibneye niye ibne dediğim konusuna
geleceğim, az sabır..
Önce şunu söyleyeyim, bu ibnenin varlığından yeni haberdar
oldum.
Domuza o kadar benziyor ki, çocuklar için hazırlanan
resimli sözlüklerde domuz kelimesinin yanına aptal suratının
fotosunu koysan hiç tuhaf kaçmaz.. Ancak, çocuklara acımak, mideleri bulanmasın
diye normal domuz resmi koymak daha uygun olur.
Suratından ibnelik, nursuzluk, şeytaniyet, sarhoş mahmurluğu,
avanaklık, eblehlik, ve hamakat fışkıran bu domuz suratın adı niye
bu kadar sık karşıma geliyor diye merak edip onunla ilgili haber ve
paylaşımlara bir bakayım dedim.
Mesele şuymuş:
Tıpatıp bir domuza benzediği, hem de sarhoş bir
domuz gibi aval aval baktığı için bende tiksinti uyandıran, midemin
kalkmasına neden olan bu insan pisliğinden yontma iğrenç domuz heykeli,
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hz. Aişe validemiz r. a. ile
olan evliliğini diline dolamış.
Bu ibne domuz, evlilik konusunda aklınca ahlâk dersi
veriyormuş.
Birileri de, Hz. Aişe validemiz evlendiğinde şu yaşta değil
de bu yaştaydı diye ona cevap yetiştiriyorlar.
Ne lüzumu varsa?..
*
İslam’da herkes âkil baliğ olduğunda
istediği zaman evlenebilir.. Özgürlük vardır.
İslam’da yasak olan zinadır, nikahsız
beraberliktir, ibneliktir, Epstein Adası türünden kız
çocuk pazarlarıdır (Ki söz konusu ada, buzdağının görünen kısmı olmalıdır); âkil baliğ
olan kişinin evliliği değil.
Hz. Aişe validemiz evlendiğinde dokuz yaşında da olabilir,
11 yaşında da, 14 yaşında da.. Bilmiyorum.. Merak da etmiyorum.
Şunu biliyorum.. Hz. Aişe validemiz, Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yaşamaya başladığında âkil
baliğdi.
Bu kadarı yeterlidir.
*
Rasulullah s.a.s. küçük yaşta kız meraklısı değildi.. İlk
evlendiği hanımı Hz. Hatice validemiz kendisinden 15 yaş büyüktü, 40
yaşındaydı.
Allah'ın Rasulü s.a.s., Hz. Hatice r. a. vefat edinceye
kadar başka bir evlilik yapmadı.
Vikipedi’nin
“Muhammed’in evlilikleri” maddesinde “Hatice vefat ettikten 2,5 yıl
sonra, 53 yaşından sonra Polijinik [çok
eşli] evlilikler yapmıştır” deniliyor.
Yani diğer evlilikleri ömrünün son sekiz yılında
gerçekleşmiş durumda.
(Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, güneş takvimine
göre 61 yaşında vefat etmiş bulunuyor.)
*
Vikipedi’nin
söz konusu maddesinde, Peygamber Efendimiz s.a.s.’in Hz. Aişe validemizle olan
evliliği hakkında şunlar söyleniyor:
“… Aişe ile sözlendikten 3 yıl sonra yani
hicretten sonra evlenmiştir. Aişe'nin Muhammed'le evlendiği sırada yaşı
erken dönem hadis kaynaklarında 9, sonradan yazılan hadis
kaynaklarında ve savunmacı çalışma yapan kaynaklarda 17-18 veya
20 olarak geçer. Erken dönem rivayetlerinde ayrıca Muhammed'in evinde
Aişe'nin oyuncaklarıyla oynadığı ayrıntıları da nakledilenler arasındadır.
“Süleyman Ateş, Aişe'nin yaşı ile ilgili
rivayetlerin Aişe’nin hayatını yazan tarihçilerin verdiği bilgilerle
uyuşmadığını "Tarihçilerin ve bibliyografların tespitine göre
Ayşe, Peygamberimizin kızı Fatıma'dan beş yaş küçüktür. Fatıma Peygamberlikten
5 yıl önce doğmuştur. Demek ki Ayşe, Peygamberliğin başlangıç yılında
doğmuştur. Muhammed Peygamber olduktan itibaren 13 yıl Mekke'de kaldı.
Peygamber hicret ettiği zaman Ayşe 13 yaşında olmalıdır. Peygamber Medine'ye
göçtükten iki yıl sonra Ayşe ile evlendiğine göre (el-İsâbe: 4/359)
demek ki evlendiği zaman Ayşe en az 15 yaşında idi. Ayrıca Ayşe, Peygamber'le
nişanlanmadan önce Cübeyr ibn Mut‘im’e nişanlı veya sözlü idi. Bu da onun,
Peygamber, kendisini istemeden önce evlenecek yaşta olduğunu göstermez mi? Bu
yaş da her hâlde dokuz yaş değildir. Demek ki Peygamber istediği zaman Ayşe, en
azından evlenecek çağ olan 15 yaşlarında idi. Bu yaş da Arabistan gibi sıcak
ülkelerde tam evlenme çağıdır. Bizde de eskiden kız çocukları erken
evlendirilirdi. "14'üne gelince kızı ya ere veya yere vermeli"
cümlesi bir ata sözü gibi söylenir. Zaten evlenecek çağda olmayan
birisini Peygamber’e önermezlerdi. Çünkü Ayşe'yi direkt olarak Peygamber
istememiş, halası onu Peygamber'e önermiş, o da uygun görmüştü. Bir
başka rivayete göre Ayşe Peygamberimizin kızı Fatma ile yaşıttır. Fatma’nın
doğumunda babası 35 yaşında idi. Bu durumda Ayşe evlendiğinde 20
yaşlarındadır." sözleriyle ifade etmektedir.
“Türkiye Diyanet Vakfı tarafından
çıkarılan İslam Ansiklopedisi'nde 614
yılında doğduğu ve 624 senesinde evlendiği ve on dört, on sekiz yaşlarında
evlendiğini söyleyen çağdaş araştırmacıların kaynaklarının sağlam olmadığı
yazar. Mustafa Öztürk tartışmalar için Aişe dışında
sahabeden yaklaşık 60 kişinin erken yaş evliliği yaptığı, bunun gelenekte
olduğu ve Talâk Sûresi'nin 4'üncü âyetindeki "henüz
âdet görmemiş olanların bekleme süresi üç aydır" ifadesinin modern çağa
kadar "bir hastalıktan dolayı âdet göremeyenler" değil, "henüz
ergenliğe girmeden dul kalanlar" olarak anlaşıldığını söyler.
“Aişe, Muhammed'in önceden evlilik yapmamış tek
eşidir.”
Dedik ki, Rasulullah s.a.s. küçük yaşta kız meraklısı değildi.. Görüldüğü
gibi, Vikipedi’de “Aişe, Muhammed'in önceden evlilik
yapmamış tek eşidir” deniliyor.
Yani dul olmayan, bakire olan.
Bu evliliğin faydası şu oldu: Peygamber Efendimiz s.a.s.’in vefatından
sonra Hz. Aişe validemiz uzun süre hayatta kaldı, böylece ashabın ve tabiînin
hanımlarına dinî konuları öğretti, onlara öğretmenlik yaptı.
Diğer hanımları da yaşadıkları sürece bunu yaptılar.
Rasulullah s.a.s.’in son yıllarında çok kadınla evlenmiş olmasının farklı
nedenleri var.. Vikipedi’nin söz konusu maddesinde şöyle
deniliyor:
“Arap kültüründe evlilikler kabile ihtiyaçlarına göre
planlanır, kabile içinde ve diğer kabileler arasında ittifaklar oluşturma
amacıyla yapılırdı. Watt'a göre Muhammed'in bütün
evlilikleri arkadaşlık ilişkilerini güçlendirme politikasına hizmet ediyordu ve
Arap gelenekleri üzerine kurulmuştu. Esposito Muhammed'in
bazı evliliklerinin dul kadınlara yeni bir yaşam şansı vermeyi amaçladığını
ifade eder. Francis Edwards Peters'a
göre Muhammed'in evlilikleri hakkında genellemeler yapmak zordur;
onlardan bazıları politik, bazıları acıma, bazıları savaşta eşi ölen hanımların
sokakta ve yaşam olarak zorluk çekmemeleri işleri ile
alakalıydı. Muhittin Akgül Muhammed'in
eğitim-öğretim, sosyal, dini-teşrii (şeriat ya da yasa koyma) ve siyasi sebeplerle
evlilikler yaptığını ifade eder.”
Mesela Ebu Süfyan’ın kızı (Hz. Muaviye’nin kız kardeşi)
Ümmü Habibe r. a. ile olan evliliğini alalım..
Ümmü Habibe r. a., müslüman olan eşiyle birlikte Habeşistan’a
hicret etmişti.. Kocası İslam’ı bırakıp hristiyan oldu, ve ardından
öldü..
Peygamber Efendimiz s.a.s. bunu haber alınca, Habeşistan kralı Necaşi’ye
haber gönderip, kendisi ile, orada bulunmakta olan Ümmü Habibe r. a.’nın
nikâhının kıyılmasını istedi.. Böylece felaket üstüne felaket yaşamış olan Ümmü
Habibe r. a. teselli edilmiş olduğu gibi, Kureyş’in o sıradaki lideri Ebu
Süfyan’a da bir jest yapılmış olunuyordu.. Onore ediliyordu.
Rasulullah s.a.s.’in bütün evliliklerinin (şart olmamakla birlikte) bu
tür hikmetleri mevcut.
*
Tarihe geçmiş pekçok kişinin özel hayatı acayiplikler, çirkinlikler,
sapıklıklar ve skandallarla dolu.
Mesela Stalin, arabasına kuruluyor, Moskova sokaklarını
turluyor, gözüne kestirdiği genç kızların kendisine
getirilmesi emrini veriyordu.. O kızlar paketlenip götürülüyorlardı.
Mao da aynı türden azılı bir sapıktı.
Batı’daki pekçok anlı şanlı çağdaş ve uygar liderin “metres”
hikâyeleri var.. Başkalarının karılarıyla ilişki
kuruyorlardı.. İsimlerini saymayalım.
Selanikli Mustafa Atatürk de bunun istisnası olmaktan
uzak. Ne de olsa o da Batıcı, çağdaş ve uygarlık düşkünü..
Nitekim, Murat Belge’nin babası Burhan Belge’nin 15 yaşındaki
karısı Zsa Zsa Gabor’la bir dönem (altı ay) aksatmadan her hafta çağdaşlık
seansı düzenlediği biliniyor.. Selanikli ölüyor, ilişki öyle bitiyor.
İmdi, çok genç de olsa, bir kızı "eş" olarak alıp
toplumda saygın bir mevkide tutmak ile, başkasının karısını
"ortak" kullanmak, kadını "fahişe (orospu)" konumuna
düşürmek, kadının kocasının da şeref ve haysiyetine leke sürmek aynı
şey midir?
Bu sorum bütün Atatürkistlere.
Öte yandan, Selanikli’nin niye kız çocuklarını evlat edinmeye pek
meraklı olduğu, bunlarla (mesela Afet İnan’la) nasıl bir samimiyetinin
bulunduğu konusunda değişik rivayetler var.
İnsan, başkasının 15 yaşındaki karısına göz diken adam, elinin altındaki
kızlara ne yapmaz diye düşünmeden edemiyor.
*
Domuz suratlı ibnenin Selanikli Mustafa Atatürk konusundaki tavrı nedir
dersiniz?
Ona da “giydiriyor”.
Şöyle demiş:
“Atatürk de eleştirilebilir arkadaşlar.”
İzin büyük yerden.
Görüldüğü gibi, ibnede bir bilimsellik, objektiflik, tutarlılık kaygısı
var.
“Atatürk de eleştirilebilir” diyor.. Diyebiliyor.
Yani Selanikli Mustafa Atatürk'ü "sorgulanamaz, hesap sorulamaz, eleştirilemez, la yüs'el" bir tanrı yapmıyor.
Yine onu, "yanılmaz Tanrı'dan" haber getiren bir elçi konumuna çıkarmıyor.
Eleştiriyor.
Peki, mesela Zsa Zsa Gabor dosyasını mı açıyor, "Atam bunu bize
nasıl yaptın?" mı diyor?
Hayatındaki skandalları mı tenkit konusu yapıyor?
Hayır!. İbne çok zeki ya, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Yani öldüğü için eleştirebiliriz niye
ölümsüz olmadın diye.. Bence hak eden bir adamdı.”
(https://x.com/i/status/1802456299243745731)
Eşek şakası diye birşey var, buna da herhalde eşek mizahı deniliyor.. Eşşekoğlu eşşek mizahı.
*
Merak etme ibne, atan ahiret hayatında ölümsüz olacak.. Sen de..
Bu dünyadaki ölümsüzlüğe gelince..
Demek sana göre istese ölümsüz olabilirdi, ölümsüz olmak elindeydi..
Zaten dünyaya, Ali Rıza ile Zübeyde’nin samimiyetinden hasıl olmuş altı bezli
bir bebek olarak gelmemişti, bütün Türkler’in atası olan sonsuz yaşta
bir insanüstü varlıktı, fakat sonra nasıl olduysa ölmeye karar verdi.
Adam, "Hepinizin ebesini, ninesini tanıyorum" dercesine
kendisini Türk milletinin atası ilan ediyor, böyle bir
palavrayla ortaya çıkıyor, kimse de tutup, "Senin böyle bir soyadı alman,
adı Türk olan ilk atamıza ve onun eşi olan ninemize hakarettir;
sen Türkoğlu olabilirsin fakat Atatürk olamazsın, sen Ali Rıza ile Zübeyde adlı
sıradan iki Türk'ün çocuğusun, nerden Türkler'in atası oluyormuşsun?!"
demiyor.
Gerçekten, bu rezaletten dolayı, Türk milletinin adı Türk olan ilk
atasının kemikleri sızlıyordur.
Sadece onun mu, Oğuz Han'ın da, Bilge Kağan'ın
da, Satuk Buğra Han'ın da, Tuğrul Bey'in de, Alparslan'ın
da, Ertuğrul Gazi'nin de, Osman Bey'in de, Fatih
Sultan Mehmet'in de, Yavuz Sultan Selim'in de, Kanuni
Sultan Süleyman'ın da.
"Selanik çocuğu nerden bizim atamız oluyormuş?" diye
kabirlerinde ızdırap çekiyor, kendilerini hakarete uğramış hissediyorlardır.
Ve domuz suratlı bir ibne çıkıyor, kendisine soyadı olarak böyle
palavradan bir isim seçerek Türk milletinin (kendisinin sulbünden gelecek
olanlar hariç) bütün fertlerini ve atalarını aşağılamış bulunan
şahsı sözde eleştirme adına milletle alay ediyor.
*
Bu ibneye göre durum şu:
Selanikli, doktorlara
görünmekten kaçınmış, Avrupa'dan doktor getirmek istemişler
kabul etmemiş, "At ölür meydan kalır, çakma Ata ölür meydanlardaki paslı kirli kapkara heykeller
kalır" demiş, tedavi olmamak için elinden geleni ardına koymamış.
Halbuki istese doktorlar onu kurtarabilirmiş, ama bu, hekimlere
zahmet vermek istememiş.
Aşırı diğerkâm, müfrit fedakâr bir adam.
Zaten yaşayıp öldüğü yer, Hz. Muhammed s.a.s.'in
yaşadığı odacıktan daha basit, derme çatma tek gözlü bir kulübeydi;
sahip olduğu eşyalar da daha azdı.. Sadece su içmek için çatlak bir bardağı,
bir de saçını taramak için dişleri dökülmüş bir tarağı vardı.
Dolayısıyla domuz surat pislik, onu, “Niye ölümsüz olmadın?” diye
eleştirebilir.
Buna hakkı var.. Çünkü çok zeki bir pislik.. Selanikli'nin istese
ölmeyebileceğini keşfetmiş.. Çok zeki.
Üstelik duygusal da..
Bunları söylerken ölü evinin ağıtçısı ağlak zırlak bir dişi
domuz gibi sesine hüzünlü bir eda vermeyi, az sonra höngürt diye
ağlama moduna geçecekmiş gibi suratını düşürmeyi de biliyor.
Yetenekli bir ibne, işsiz kalmaz, cenazelerde ölünün yakını bir ağıtçı
kadın gibi “Gettiii, gettiii, niye ölümsüz olmadı da gettii” diye feryad
ü figan kopararak ekmeğini rahatlıkla kazanır.
*
İbnelik meselesine gelelim.. Bu ibneye niye ibne diyoruz?..
Görüldüğü gibi, “en nursuz domuz” yarışmasında birinciliği
kesinlikle kimseye kaptırmayacak kalibre ve kalitedeki bu pislik,
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret ederken, Selanikli
Mustafa Atatürk’ü “tek kusuru ölümlülük” olan bir “rol model”
olarak görüyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı bütün
ayrıntılarıyla ortada.
Selanikli’nin ise ancak lehinde şeyler yazılabiliyor.. Çünkü hakkında
koruma kanunu var.
Olumsuz gibi görünen şeyler yazılsa bile, ona “olumlu” bir nitelik
atfedilerek yapılabiliyor bu.
Mesela ayyaşlığı konusunda “Padişahlar gizlice içerlerdi, Atam olduğu
gibi görünür, göstere göstere içerdi” deniliyor, bundan bile ona bir övünme
payı çıkarılıyor.
*
Ancak, onun da sakladığı şeyler var.
Ve de birilerinin bilip de sakladığı şeyler.
Mesela, Atatürk’ün özel kâtiplerinden (sekreterlerinden) Ali Rıza
Erdim, “onun bilinmesi hoş olmayacak hatıralarının
bulunduğunu” söylüyor.
Evet, bilinmesi hoş olmayacak hatıralar.
Odatv.com, 21 Mayıs 2019
tarihinde “Atatürk'ün
katibinin yazılmamış anılarının bilinmeyen hikayesi” başlığı
altında Ergun Türkcan’ın şu ifadelerini yayınlamıştı:
Cumhuriyet’in “19 Mayıs 19”
ekinde Miyase İlknur’un hazırladığı “Atatürk’ün Özel
Katiplerinden Ali Rıza Erdim, Atatürk’ün Daha Önce Bilinmeyenlerini Anlattı” başlıklı,
iki sayfalık özel hatıra derlemesi beni 1970’lere götürdü. Yazının girişinde
sadece, bu hatıraların Seyfettin Turan’ın
kızı Prof. Dr. Belkıs Menemencioğlu’nun babasından kalan teyp kayıtlarının
çözümünün bir kısmı olduğu ve bir kitap olarak basılmasının düşünüldüğü de
belirtiliyor….
ALİ RIZA ERDİM “AMCA”
Gelelim Ali Rıza
Erdim “amcamıza”…. Arada kayınpederlere yaptığı ziyaretlerinde, haberim olursa
ben de gelip sohbete katılıyordum. Kuşkusuz bu sohbetlerde, Atatürk ve
Çankaya sakinleri konuşuluyor, olmadık biçimde tarihi hatıralar gün
yüzüne çıkıyordu; dört cumhurbaşkanının (Cemal Gürsel gelince emekliliğini
istemiş) yanında katib-i has olarak kalmak
olağan üstü bir görev durumudur….
… Ben de bir
şekilde Seyfettin [Turan] Bey ile tanışmıştım….
… Yıllardan 1973-4
olmalı, ya Seyfettin Bey bizi, galiba
eski bir WV olan arabasıyla Cebeci’den topluyor ya da ben Rıza Bey’i taksiyle getiriyordum…. Rıza Beyin aklına
gelen konular, yemekte konuşulan bir meseleler, kimi
siyasi kimi ailevi (tabii Atatürk ile ilgili) anlatılıyordu….
Bazen Rıza Bey
eliyle bir işaret yapıp, Seyfettin Beye veya bana “şunu kapatın”diyor, teybi durduruyorduk. Çünkü bazı hatıralar, bilgiler, ona göre, o “Büyük İnsan”ın ruhunu,
devletin ciddiyetini zedeler, yayınlanmasa bile kayda
geçmesi hoş olmazdı. Bunları başka birtakım
şeyleri açıklamak için “mecburen” ortaya saçtığını, bizim de unutmamızın münasip olacağını, hissettirirdi.
Devlet kavramı veya varsa derin devletin en iyi temsilcilerinden biriydi;
çünkü devletin en gizli evrakına, olaylarına şahit olmuş, kim
bilir hatırlamadığı veya bize anlatmadığı ne büyük devlet sırlarını mezarına götürmüştü; Allah
rahmet eylesin.
… Bilindiği gibi,
Atatürk konusunu da efsanelere, prefabrik
hikâyelere indirgemiş, bir doğrunun yanına bin katarak icra-i ticaret etmekteyiz. Hiç olmazsa benim
neslim bunun dışında kalmalıdır.
(https://www.odatv.com/kultur-sanat/ataturkun-katibinin-yazilmamis-anilarinin-bilinmeyen-hikayesi-161670)
İbne domuz “Atatürk de eleştirilebilir arkadaşlar” diyor ya, peki
onu, rüyasında bile görmemiş. sadece heykellerini seyretmiş olan ibne yerine, çok iyi tanıyan bir
arkadaşının, Dr. Rıza Nur’un eleştirmesine müsaade var mı?
*
Dediği doğru, Atatürk de eleştirilebilir, bırakalım Atatürk’ü bu ibnenin yanı sıra Dr. Rıza Nur da
eleştirsin.
Öyle ya, Atatürk de eleştirilebilir ve de eleştirmek, sadece ibnelere tanınan bir hak değil.
"Tamam, Atatürk de eleştirilebilir, fakat sadece 'Niye ölümsüz olmadın, niye daha fazla içmedin, niye daha fazla yemedin, niye daha fazla dans etmedin?' diye eleştirilebilir" diyecek halimiz yok.
Madem Atatürk’ün eleştirilmesini çok istiyorsun, buna çok meraklısın, Dr.
Rıza Nur’un onun hakkında yazdıklarını dinlemeye katlanacaksın!
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" diyenler tarihi de bir bilim kabul ediyorlar ve tarihin ilmî usullere göre hatır gönül dinlenmeden olduğu gibi yazılması önem taşıyor.
Yoksa bilim olmuyor, "içindeki çocuğu öldürmemiş yetişkinler" için yazılmış masal oluyor.
Evet, millet, Hz. Peygamber sallallalhu aleyhi ve sellem'in de, Selanikli Mustafa Atatürk'ün de herşeyini bilsin.
Sahih-i Buharî de, Rıza Nur'un hatıratı da sansürsüz okunsun.
Bin 400 yıl öncesini bu kadar diline doluyorsun da, 100 yıl öncesini niye
görmüyorsun puşt!
(Sana ibne demedik diye üzülme ibne, puşt da ibne demek.)
*
Dr. Rıza Nur kim?
İlk Meclis’in (Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında da yer almış
bulunan) üyelerinden.
Pekçok eser yazmış bir ilim adamı.
Nihal Atsız’ın çok saygı duyduğu, manevî babası olarak gördüğü
bir Türkçü. (Nihal Atsız Selanikli’den nefret eder.. Zaten, bilinçli bir Türkçünün, kendisini "ata türk" ilan ederek bütün bir atalarımıza ve bütün bir millete "Hepiniz benim tohumumsuz" diyerek üstü kapalı söven bir adamı sevmesi mümkün değildir.. Seviyorsa eğer ya samimi Türkçü değildir ya da kafatasında beyin yerine irin, salya ve sümük taşıyordur.)
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sında dediğine göre
İttihatçılar tarafından “ahlâksız, sefih, sarhoş, haris ve fırsatçı”
olarak görülen, Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü’nün
de “menfaatperest ve muhteris” kabul ettikleri yanar döner kurnaz
Selanikli’nin aksine, Rıza Nur’un kendisine göre bir dürüstlük anlayışı var.
Millî Mücadele’ye katkısı da büyük.
En büyük hizmeti, Eskişehir bozgunundan sonra Ankara’yı boşaltıp
Kayseri’ye kaçma kararı alan Selanikli’nin bu “firar”ına takoz koymuş
olması.
4 Mayıs 1920 - 13 Aralık 1920 tarihleri
arasında Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olarak görev
yaptı.
24 Aralık 1921 - 27 Ekim 1923 tarihleri
arasında ise hükümetin Sağlık Bakanı’ydı.
İşte bu zat, Hayat ve Hatıratım adlı
kitabında, Selanikli’nin evliliğinin bozulmasının nedeni olarak, Latife
Hanım’ın şahit olduğu bir “ibnelik” olayını gösteriyor.
Teferruatına burda girmeyelim.
Selanikli’nin özel kâtibi Ali Rıza Erdim’in
sözünü ettiği “bilinmesi hoş olmayan” hatıralar arasında bu da var mı,
bunu ben bilemem.
Ama adamın hayatında mebzul miktarda “bilinmesi hoş
olmayan” olay bulunduğu kesin.
İmdi, Selanikli’yi tanıyan, gören ben değilim.
Gören ve tanıyanlar Rıza Nur ile Ali
Rıza Erdim gibi kişiler.
*
Söz konusu ibne domuz, Selanikli’yi bu
konulara hiç girmeden “olduğu gibi” kabullendiğine göre, Ali Rıza Erdim’in
hoş görmediği özelliklerine de sahip çıkıyor demektir.
Rıza Nur’un yazdıklarını da
umursamadığını kabul etmek zorundayız.
Bu durumda, Selanikli’ye yönelik “ibnelik” suçlaması
iftira olsa bile, ona ait bir özellik olması durumunda ibneliği de bir meziyet
kabul edecek bir zihniyete sahip bulunması itibariyle bu hınzır pisliğinden
mamul heykelimsi domuzu en azından “manevî ibne” kabul edebiliriz.
Bu domuz belki maddeten de ibnedir, ona yakışır.
Evet, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
gibi ahlâk bakımından en yüce insanın bile eleştirildiği, eleştirilmekle
kalmayıp hakarete maruz kaldığı bir yerde, pislik bir ibne domuz da
eleştirilebilir arkadaşlar..
Bence bunu hak ediyor.
*
Bunlara hakaret etmeye gelince..
Bunlara hakaret edebilmek mümkün değildir arkadaşlar.
Çünkü bu ibnelere ibne dediğinizde
bunu hakaret olarak kabul etmiyor, onur telakki ediyor,
ibneliklerini “onur yürüyüşü” adı altında sergiliyorlar.
Bunlara nasıl hakaret edebilirsiniz ki?!
Ne deseniz onu şeref madalyası olarak üzerlerinde
taşımaya hazırlar.
İbneler!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder