AMAZON TÜMSEK
ESRA ASLAN TURAN, ÖMER NASUHİ BİLMEN HİMALAYALARINI TARİHSELCİLİK HAVAN TOPUYLA
DÖVERKEN
Yeni Şafak gazetesinin delifişek
yazarı İsmail Kılıçarslan’ın KADEM adlı “şımarık
AK Partili kadınlar korosu”na destek vermek için kaleme aldığı yazıyı
tartışmaya devam ediyoruz.
Bu koronun
neşretmekte olduğu dergide (Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın Büyük
İslam İlmihali üzerinden) İslam fıkhı hedef alınmış durumda.
Doğal olarak
bu densizlik tepki almış..
İsmail de bu
tepki gösterenlere tepki vermeyi kendisine borç bilmiş.. Ne de olsa âşıkmış,
Pîr Yunus’un dervişiymiş, “Ya ben
öleyim mi söylemeyince”ymiş.
Söylemiş..
Söylediklerinin
bir kısmını önceki iki yazıda aktardık.. Devam edelim.
*
Kılıçarslan’ın “Esra Aslan Turan dinden falan çıkmıyor, sapkın da
değil. Sadece bugünün kadın hakları teorisinin
getirdiği eleştirel bakışı tarihsel bir metne uygulayarak
kolay bir zafer elde etmenin peşine düşüyor. Bunun, bütünüyle faydasız olduğunu
söylemeye gerek bile yok” demiş olduğunu görmüştük.
Mesele sadece
faydasızlık olsaydı, dert etmeye gerek yoktu.
Burada “tarihsellik”
kavramı üzerinde durmak gerekiyor.
Bütün bir
kâinat (ve onun bir parçası olan insan) söz konusu olduğunda “tarihsel”
(belli bir zamana ve mekâna özgü) olmayan hiçbir şey yoktur.
Zaman ve
mekândan münezzeh olan,
onları yaratan Allahu Teala’dır.
Biz varoluş
bakımından zaman ve mekâna mahkumuz, muhtacız, varlığımız bu çerçevede ortaya
çıkar, Allahu Teala ise bundan münezzehtir, zaman ve mekânın yaratıcısıdır.
Evet, kâinatta
“tarihsel” (belli bir zamana ve mekâna özgü) olmayan hiçbir şey yoktur.
Bu anlamda şeriatler de “tarihsel”dir.
Mesela bu
dünya hayatında Şeriat namaz kılmayı, oruç tutmayı emrediyor, ahiret hayatında
bu tür emirler yok.. Tarihte kalıyor.
“Tarihte
kalış” dünya hayatında da bir ölçüde vakidir. Tevrat’ın, İncil’in
ve Kur’an’ın emrettiği şeriat az da olsa farklılık
gösterir..
Ancak, Kur’an son
kitap olduğu için, şeriati kıyamete kadar bakidir.
*
İslam
Şeriat’ının içtihadî olan kısmının (daha özel bir anlamda)
tarihsel olduğu söylenebilirse de, (“Mevrid-i nasda içtihada mesağ
yoktur” ilkesi gereği) içtihat konusu olamayacak hususlarda (modernist
ilahiyatçı soytarıların kastettiği anlamda) tarihsellikten söz
edilemez.
Öte yandan,
bazı hükümlerin içtihadî nitelikte olması, o alanlarda bir
başıboşluk ve sınırsız kanaat belirleme hakkı bulunması
anlamına gelmez.
Modern hukuktan örnek verelim.. Yargıtay
içtihatlarından söz ediliyor.. Mesela bir avukat da hukukçu olduğu
halde çıkıp, “Yargıtay’ınki içtihatsa benimki de içtihat, ben de içtihatta
bulundum, karar benim içtihadıma göre verilsin” diyemez.
Yani
herkes içtihat “ehliyet, liyakat ve hakkı”na sahip değildir.
Ehliyetsiz ve
liyakatsiz kişilerin lafları çenebazlık çöpü hükmündedir.
*
Dolayısıyla,
içtihadî hükümler için de “mutlak bir tarihsellik”ten söz edilemez.
Ehliyet ve
liyakat sahibi müçtehitler tarafından yapılmış olmaları durumunda “İçtihat
içtihadı nakzetmez” ilkesi devreye girer, ve hiçbir müçtehit bir başkasının
içtihadı için “Bu, tarihseldir, hükmü yoktur, geçersizdir” diyemez..
Yani içtihadî
hükümler hakkında bile “tarihsellik” yaygarasıyla değerlendirme
yapılamaz.
Ayrıca,
içtihadî konularda zamanın değişmesiyle (ezmanın tagayyürüyle) hükmün
değişmesi de her zaman mümkün olmaz.. Mesela abdestle ilgili içtihatlar zamanın
değişmesiyle değişebilecek nitelikte değildir.
Zamanın
değişmesiyle yeni içtihatlarda bulunulması söz konusu olsa bile, o içtihatların
dayandırılacağı deliller (ayet ve hadîsler) sınırsız sayıda
farklı içtihatta bulunulmasına imkân vermez..
En fazla iki,
bilemedin üç beş farklı görüş ortaya çıkabilir.
Modern hukukta da böyledir.. Yargıtay
içtihatlarını yapan hukukçular bir mesele hakkında ihtilaf
ettiklerinde hukukçu sayısınca farklı görüş ortaya çıkmaz.. İki, bilemedin üç
farklı görüş ortaya çıkar ve hukukçular bunlar etrafında kümelenirler.
*
Diğer
taraftan, “tarihsellik” nosyonu fıkıh usulü (İslam hukuku metodolojisi) açısından
önem ve değer taşıyan, dikkate alınması gereken bir parametre değildir.
Tarihçiler ve
sosyologlar bu kavramı kendi disiplinleri ve ilgi alanları çerçevesinde
önemseyebilirler, fakat hukuk açısından önem taşımaz.
Hukukun temel
ilkeleri ve yöntemi hiçbir zaman “tarihsel” hale gelmez, her zaman
geçerlidir.
Mesela masumiyet
karinesi (“Beraet-i zimmet asıldır” ilkesi) ilkçağda da geçerliydi,
insanlığın son çağında da geçerli olmaya devam edecektir.. “Suçların
şahsîliği” (Birinin suçu, onun yakınlarını bağlamaz) ve “suç ve
cezaların kanunîliği” (Kanunsuz suç olmaz) gibi ilkeler her zaman neyse o
olarak kalacaklardır, “Tarihseldir” diye bir kenara atılamayacaklardır.
“Tarihsellik”
kavramı fıkıh usulünde (hukuk metodolojisinde) kendisine bir yer
bulamadığı için, o usul çerçevesinde ortaya çıkan fıkhî hükümler hakkında
“tarihsellik” kavramı çerçevesinde spekülasyon yapılamaz.
Yaptığınız
zaman, fıkıh usulünü “tarihsellik” kavramı etrafında yeniden düzenlemiş,
hatta bu kavramı fıkıh usulünün temeli haline getirmiş olursunuz.
Bu da, zekâsı
yerinde bir mahlukun yapabileceği bir andavallık değildir.
Zekâ
bakımından Afrika’daki şempanzelerden hallice olmalarına bakarak kendilerinde
bir fevkalâdelik hisseden Cumhuriyet ilahiyatçılarının, laflarının
arasına “tarihsellik” kelimesini sıkıştırınca kendilerinde acayip bir
“bilimsellik” buluyor, “Ben neymişim yaa, amma da bilimsel konuştum” diye
düşünerek mutluluktan ve keyiften uçuyor olmaları, onların gevezeliklerini
leylek laklakasından daha değerli hale getirmiyor.
Leyleklerden
farkları şu, leylekler Allahu Teala’yı tesbih ediyor, bunlar ise İblis lehine
tezahürat yapan amigolar durumundalar.
*
Bu modernist
ilahiyatçılar, “Erken Cumhuriyet”in din düşmanlarının dilindeki “çağdışı”
kelimesini sözde bilimsellik deterjanıyla yıkayıp “tarihsellik” adı
altında yeniden tedavüle koymuş durumdalar.
Çağdışı yerine tarihsel kavramını
kullanınca sözde hakaret etmemiş, din düşmanlığı yapmamış, bilimsel konuşmuş
oluyorlar.
Fakat
kasıtları aynı..
Şaşırmaya
gerek yok, Cumhuriyet laikliği (siyasal dinsizliği) ilahiyat
fakültelerini boşuna kurmadı..
Hedef dini
içerden baltalayıp yıkacak adamlar ve kadınlar yetiştirmekti, ve bir ölçüde
başarılı oldular.
*
Delifişek
yazar İsmail’in “Esra Aslan Turan dinden falan çıkmıyor, sapkın da
değil” şeklindeki (fanatik taraftarlığın hakkını veren) “yancı” fetvasına
gelelim.
İslam
ilmihalini Kur’an ve Sünnet çerçevesinde ele almak
gerekir.. Burada önemli olan, fetvaların yeterli ilmî donanıma, ehliyet
ve liyakate sahip alimler tarafından fıkıh usulü çerçevesinde
dinin aslî kaynaklarından (Kur’an ve Sünnet’ten)
istinbat edilmiş olmasıdır.
Esra adlı akademik ahmak ise, delifişek
yazarın dediğine göre, “bugünün kadın hakları teorisinin getirdiği
eleştirel bakışı tarihsel bir metne uygulamış”.
Yeni
Şafak yazarı,
tarihsel bir metin diyerek Büyük İslam İlmihali’ni
basitleştiriyor, sıradanlaştırıyor, ve de değersizleştirip bayağılaştırıyor.
Senin “tarihsel
çöp” der gibi tarihsel metin deyip geçtiğin şey, bin 400 küsur yıllık İslam
fıkhı müktesebatının en başarılı abidelerinden biri.
Ve “tarihsel
(çağdışı) metin” diyerek aşağıladığın şey, İslam fıkhı..
İşte,
kaynağı Kur’an ve Sünnet olan bu fıkhın, “bugünün
kadın hakları teorisi” (Ki bugünün keferesinin, küffarının kadınperestlik
ya da kadına tapma görünümlü kadın istismarcılığıdır) çerçevesinde
eleştirilmesi ve leşleştirilmesi, İslam açısından bakıldığında dinden çıkma ve
sapıklık yolunda at koşturmaktan başka birşey değildir.
İslam buna
sapıtma, yoldan çıkma diyor.
Sapıtma “yöntem”de
başlar..
Fıkıh
metinleri fıkıh usulü çerçevesinde değerlendirilir, bugünün
küfür hurafeleri çerçevesinde eleştiri konusu yapılması ise, sapıtmadır.
*
Gerçekte “tarihsel”
olması bir metni değersiz hale getirmez.
Ayrıca,
birşeyin geçmişteki bir tarihe ait olması, onun bugüne hitap etmeyecek hale
gelmiş olması anlamını da taşımaz.
Mesela
şarapseverler, şarap eskidiği için “Bu bayat, tarihsel”
demiyorlar.. Sanat koleksiyonerleri, antika meraklıları da
aynı durumda.
Dünya
gezegeninin bin yıl önceki “tarihsel” atmosferi, bugünkü
atmosferinden daha iyiydi.. 10 bin yıl önceki daha da iyiydi.
Doğru ilkeler,
zamanın geçmesiyle değersiz hale gelmezler.. Doğruluk, dürüstlük, büyüğe saygı
küçüğe merhamet, yardımseverlik, adalet, tevazu, çalışkanlık, sözünde durma,
ahde vefa, namus, tokgözlülük, kanaatkârlık, afvedicilik, cömertlik… geçmişte
de değerliydi bugün de değerli..
Elmas, altın
ve gümüş geçmişte de değerliydi, bugün de değerli..
Şeriat
hükümlerinin tarihsel olması, onların bugün değersiz ya da geçersiz olmaları
anlamına gelmiyor.
“Bugünün
kadın hakları teorisi” de, salt bugüne ait olduğu için, “tarihteki kadın
hakları teorisi”nden daha faydalı ve değerli kabul edilemez.
Kovid
hastalığının yeni olması onun baş tacı edilmesini mi gerektiriyor?!
*
Konuya devam
edeceğiz inşaallah..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder