Başlık yaptığımız
ifade, https://www.ahaber.com.tr’de yayınlanan
bir haberin serlevhasıyla aynı anlamda:
“İngilizler
Atatürk ile Vahdettin'e komplo kurdu!”
Haberde,
“A
Haber’de yayınlanan Bekir Hazar ve Ergün Diler’in
moderatörlüğündeki ‘Yaz Boz’a Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin
açıklamaları damgasını vurdu” deniliyor.
Hilafetin
kaldırılmasının bir İngiliz oyunu olduğunu
vurgulayan Ekinci, “İngilizler Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemal Atatürk’e
komplo kurdular” demiş.
Haberde, başlıkla
çelişen bu cümle yer alıyor, fakat doğrusu şöyle: “İngilizler Sultan
Vahdettin’e Mustafa Kemal Atatürk ile komplo kurdular.”
*
Prof. Ekinci şöyle konuşmuş:
“…
biliyorsunuz savaş bittiğinde bir anlaşma yapılır. [İngilizler ve müttefikleri
böyle bir anlaşmayı] Almanlarla yaptılar, Avusturyalılarla da yaptılar,
Bulgarlarla yaptılar [ki bunlar] bizim [Birinci Dünya Savaşı’ndaki] 3
müttefikimiz. Sıra bize geldi anlaşma uzuyor. Neden? Çünkü Vahdettin Anadolu’da
bir kıpırdanma olduğunu sezdi ve bu kıpırdanmaya canlandırarak bunu İngilizlere
bir tehdit olarak kullanmayı düşündü.”
Ekinci çok
önemli bir noktaya işaret ediyor.. Galipler Almanya, Avusturya ve
Bulgaristan’la hemen barış antlaşması yaparken Osmanlı ile neden yapmadılar?
Ekinci, olayı Padişah
Vahideddin’in gizli gündemine bağlayarak bu sorunun cevabını yanlış
veriyor.
Anlaşmayı geciktiren Vahideddin değildi, bunu yapacak gücü de yoktu.
Asıl neden, dönemin İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, başkenti Anadolu’daki bir şehir
olan halifesiz ve laik bir yeni Türk devleti kurdurmak ve Osmanlı Devleti’nin
hukukî varlığına son vermek istemesiydi.
*
Ancak bunu, o günkü
şartlarda yapamazlardı.
İngilizler, gizli
servislerinin (istihbarat teşkilatlarının) İstanbul şefi Robert Frew (Fru/Fro/Furo)
vasıtasıyla Mustafa Kemal ile anlaştılar. İhaleyi o kazandı.
Fakat Mustafa Kemal’in
Osmanlı siyasetinde bir ağırlığı yoktu.
İttihatçılar tarafından
sevilmiyordu.. Onun için (Falih Rıfkı’nın Çankaya’sında
aktardığına göre) “ahlâksız, haris, sefih, fırsatçı, hiçbir makam ve mevki ile
gözü doymaz, sarhoş” diyorlardı.
Fevzi Çakmak ile İsmet
İnönü bile onun hakkında “menfaat düşkünü, muhteris” nitelemesini yapıyorlardı.
*
Bu Robert Frew ismi
üzerinde durmak gerekiyor.
İngiliz istihbaratının
(gizli servisinin) İstanbul şefiydi.. Fakat kendisini İngiltere
Büyükelçiliği’nin rahibi bir din adamı gibi göstererek kamufle ediyordu.
Selanikli Mustafa
Atatürk ile Frew’yu bir araya getiren isim ise, Pera Palas
Oteli’nin müdürüydü.. Selanikli bunu Falih Rıfkı Atay’a
açıklamış durumda.
Ayrıca Nutuk’unda
da ondan söz ediyor, fakat ajanlığı bahsine hiç girmiyor, önemsiz bir figürmüş
gibi aktarıyor. Kısacası olayı örtbas ediyor.
Onun Frew ile yaptığı
görüşmelerden arkadaşları Rauf Orbay ile Cevat
Abbas da anılarında bahsetmiş durumdalar.
*
Bu Frew, sadece
Selanikli’yi Osmanlı Devleti’nin mezarını kazmak için ikna etmiş değil, aynı
zamanda, başlangıçta Selanikli’ye mesafeli duran, Anadolu’da başlattığı mezar
inşası işine katılmayan İsmet İnönü’yü de Mustafa Kemal’in sadık
sağ kolu yapmış kişi.
Kadir Mısıroğlu, meşhur
tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’dan bu hususla ilgili olarak
dinlediklerini şu şekilde satırlara dökmüş bulunuyor:
“
İbrahim Hakkı Konyalı, Yenibahçeli Şükrü‘den
dinlemiş olarak İnönü’nün Anadolu’ya zorla nasıl götürüldüğünü anlatmıştı. Bunu
bir nebze çıkardığı “Tarih Hazinesi”
dergisinde yazmıştır. Ben kendisinden duyduğumu anlatmak
isterim:
“…
O zaman Anadolu’ya adam kaçırmak için işgale rağmen İstanbul’da “M.M.” adıyla
[Müdafaa-yı Milliye] bir gizli teşkilat kurulduğu malumdur….
M.M.
grubunda çalışanlardan biri de Yenibahçeli Şükrü Bey’di….
Adamları İnönü’yü sokakta derdest edip Maltepe’ye
getirmişler. Şükrü Bey, İstanbul’da düğün dernekle
meşgul olacağına Anadolu’ya gitmesi teklifinde bulunmuş. O ise
Kâzım Karabekir’e verdiği [ve Karabekir’in kitabında naklettiği] cevaplara
benzer cevapla başarıya inanmadığını ve gitmek istemediğini söylemesi
üzerine Yenibahçeli Şükrü, İsmet Paşa’yı faaliyette bulunduğu binanın bodrumuna
hapsetmiş…. Nihayet İsmet Paşa kendisine yapılan teklifi kabule mecbur kalmış
ve M. M. grubu [Asıl adı Müsellâh
Müdâfaa-i Milliye (Silahlı Milli Savunma) olan ve baş
harfleri durumundaki M. M.’nin Osmanlıca alfabedeki
okunuşu olan "Mim Mim" kısaltmasıyla tanınm istihbarat örgütü]
mensupları nezareti [gözetimi] altında İzmit’e kadar götürülerek Ankara’ya
gönderilmiş. Ankara’da da aynı kötümser tavrı sergileyince M. Kemal Paşa
kendisine İngilizler’in İstanbul’daki entelijans
[istihbarat, gizli servis] başkanı olan Râhip Furo‘dan [Frew (Robert Frew)] kendilerinin binnetice galip getirileceğine dair
bir beyanına muttali olursa kararını değiştirip değiştirmeyeceğini sormuş. O da
böyle birisinden o tarz bir söz duyarsa Milli Mücadele’ye inanabileceğini
söylemiş. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, onun eline Rahip Furo’ya hitaben bir mektup yazıp vererek
kendisini İstanbul’a göndermiştir.”
(Kadir
Mısıroğlu, Benden Tarihe Haberler,
İstanbul: Sebil Yayınları, 2017, s. 386-7)
Bu, Selanikli Mustafa
Atatürk’ün (işgalci düşmanın ajanlarıyla gizlice temas kurarak devletini ve
milletini satmış) bir vatan haini olduğunu ifade etmek anlamına gelmektedir.
İsmet İnönü 8 Ocak
1920’de Ankara’ya gelmiş, 3 Şubat 1920’de (cebinde Rahip Frew’ya
hitaben yazılmış mektup bulunduğu halde) İstanbul’a dönmüş, 9 Nisan 1920’de de,
Selanikli’nin İngiltere, Fransa ve İtalya’nın desteğini arkasına almış olduğunu
bilmenin huzuru ve gönül rahatlığı ile tekrar Ankara’ya vasıl olmuştur.
*
Mustafa Kemal’in
başlangıçtan itibaren bir gizli gündeminin
bulunduğu, bunu daha Erzurum Kongresi’nde Mazhar Müfit Kansu gibi güvendiği
kişilere açıkladığı biliniyor.
Padişah Vahideddin’e
başka, millete başka, yakın çevresine başka türlü konuşmuş, asıl sadakati
İngilizler’e olmuştur.
Bunun karşılığını da
almıştır.
Nitekim, Nitekim Türkiye’nin
ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı Orgeneral
İsmet İnönü, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü
vesilesiyle verdiği demecinde şunu söyleyecektir:
"İstiklâl mücadelesinin başarısı da
esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu
kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Mondros Mütarekesi
(Ateşkesi), 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmıştı.
Vahideddin o sırada
henüz dört aylık çiçeği burnunda acemi padişahtı.
Mütarekenin ilanından
iki hafta sonra, 13 Kasım günü İngilizler İstanbul’a galip işgalci güç
olarak geldiler.
Tesadüfen aynı
gün Selanikli Mustafa Atatürk’te Adana’dan trenle İstanbul’a geldi.
Anasının Beşiktaş
Akaretler’de evi bulunduğu halde, İngiliz subaylarının yerleştiği Pera
Palas’ta ikamet etmeye başladı.
Selanikli’nin yeni
padişahla arası iyiydi.. Onun veliahtlığı sırasında Berlin’e yaptığı ziyarette
ona eşlik etmiş ve kafaya almayı başarmıştı.. Bu yüzden, yeni padişahın ilk
işlerinden biri, Mustafa Kemal’i yaveri yapmak olmuştu.
Yaver Mustafa,
Osmanlı’yı Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya mecbur eden Filistin
yengilsinin de mimarıydı.. İngiliz ordusunun önünden palas pandıras
kaçmış, hemen arkasından da Padişah’a çektiği telgrafta “İngilizler’le
behemahal (her ne pahasına olursa olsun) sulh (barış) yapılmasını” talep
etmiş, ayrıca Mareşal Ahmet İzzet Paşa’nın başbakanlığı
(sadrazamlığı) altında yeni bir hükümet kurulmasını, kendisi ile arkadaşlarının
bu hükümette yer almasını teklif etmişti.
Selanikli İstanbul’a
gelirken, yeni bir hükümet kurulacağını ve kendisinin de Harbiye Nazırı (Milli
Savunma Bakanı) olacağını umuyordu, fakat, Avni Paşa’nın
hatıratında aktardığına göre, içinde kendisinin yer almadığı farklı bir hükümet
kurulduğunu görerek hayal kırıklığına uğramıştı.
*
Ancak, Selanikli kolay
pes edecek bir adam değildi..
İttihatçıların ve en
yakın arkadaşlarının kendisine layık gördüğü “haris ve muhteris” sıfatlarının
hakkını vermek istercesine hemen yeni hükümeti devirip istediği şekilde
(başında eski sadrazam Mareşal Ahmet İzzet Paşa’nın bulunduğu ve
kendisinin de Harbiye nazırı olduğu) bir hükümet kurulması için parlamentoda
(Meclis-i Mebusan’da / milletvekilleri meclisinde) entrika ve
dalavereler çevirmeye başlamıştı.
Fakat muvaffak
olamamıştı.
Bunun ardından,
arkadaşı Rauf Orbay’ın hatıratında aktardığına göre, İttihatçı eski
bakanlardan (İaşe Nazırı) Kara Kemal ile bir hükümet darbesi
tezgâhlamayı planlamış, fakat (sonradan İzmir Suikasti girişimi dalaveresini
bahane ederek astıracağı) samimi ve yakın arkadaşı İsmail Canbolat’ın
bile buna sert tepki göstermesi üzerine vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Selanikli için
İstanbul’da çareler tükenmişti.
Kimse onu adam yerine
koymadığı için, Padişah Vahideddin’in tam desteğine rağmen hükümette yer
alamıyordu.
Darbe yapmaya da gücü
yetmiyordu.. Bunu yapmasını sağlayacak, başında kendisinin bulunduğu güçlü bir
ekibi, grubu ya da örgütü yoktu.
*
Fakat, İngilizler ondaki
cevheri keşfetmişlerdi ve onun hedefine ulaşması için gereken otobanın inşasına
başlamışlardı.
Bir yandan, Almanya,
Avusturya ve Bulgaristan’la olanın aksine Osmanlı ile bir barış antlaşması
yapılması işini baltalayıp ipe un sererken, diğer yandan Selanikli’nin (dikiş
tutturamadığı İstanbul’dan ayrılıp) Anadolu’ya “padişah vekili” ya da “Anadolu
genel valisi” gibi gitmesinin zeminini hazırladılar.
İstanbul’da bir
taraftan (Vahideddin’in Mustafa Kemal’e alternatif olarak düşünebileceği)
isimleri birer ikişer tutuklayıp Malta’ya sürerken, diğer taraftan,
Selanikli’ye İngiliz vizesiyle Anadolu’ya gitme izni verilmesi minaresi için
dikilecek kılıfın dikimi hususunda terzilik sanatında göz kamaştırıcı
yenilikler icat ettiler.
Önce, Samsun ve
havalisinde bir müslüman-hristiyan çatışması faciası bahanesiyle Osmanlı
hükümetine ültimatom verip, “Ya buraya bir adamınızı gönderip ortalığı
yatıştırın ya da biz yapacağımızı biliyoruz” dediler.. Türkçesi şuydu: Siz bir
adamınızı Anadolu’ya olağanüstü yetkilerle göndermek isterseniz biz buna dünden
razıyız, hemen vize veririz.
Boğaziçi’nin açlıktan
kıvranan balığı Vahideddin’in önünde sallanan oltadaki yem son
derece iştah açıcıydı.
Vahideddin’i tümden
gaza getirmek için bir yandan da sahneye Yunan’ı davet ettiler,
geleneksel Yunan folklörünün kıvrak danslarını İzmir’de sergilemesi
için ona yeşil ışık yaktılar.
Vahideddin, vatan için
Anadolu’ya “gizli gündem”le ve de olağanüstü yetkilerle bir
adam göndermeye artık hazırdı.
*
Hazırdı ama, kimi
gönderecekti?
Aradığı kişiyi gökte
ararken yerde, yanı başında hazır buldu.
Şimdi Prof.
Ekinci’nin açıklamalarının devamını okumaya başlayabiliriz:
“Bunu
için Anadolu’ya bir müfettiş göndermek gerekiyordu. Bu kişinin de ittihatçılara
bulaşmamış yüksek rütbeli bir paşa olması lazımdı tarihte işte
önümüze Mustafa Kemal Paşa çıkıyor.
“Mustafa
Kemal Paşa ittihatçıdır. İttihatçıların kuruluşundan beri içinde yer almıştır.
Trablus delegesi olmuştur kongresinde. Daha sonra Enver Paşa ile arasındaki
husumeti sebebiyle İttihat ve Terakki Fırkası’ndan ayrılmıştır. İngiliz taraftarı olmuştur. İngilizlerin [Birinci Dünya Savaşı’nı] kazanacağını tahmin
etmiştir. Anadolu’ya gönderilecek paşalardan tek elverişli Mustafa Kemal
Paşa’dır.”
Doğal olarak bunu
İngilizler de biliyordu.. Vahideddin’in kendilerini oyuna getirmek için Mustafa
Kemal’den yararlanmak isteyeceğinin farkındaydılar.
Ve ona hemen vize
verdiler.
Şayet Vahideddin başka
birini görevlendirseydi vize verirler miydi?
Bir bahane bulur, ondan
şüphelendiklerini vs. söyleyerek başka bir isimle gelmelerini söylerlerdi..
Fakat Mustafa Kemal’e en küçük bir itirazda bile bulunmadılar.
Selanikli’yle ilgili bu
gelişme hakkında (bir zamanlar tekrar hükümet kurması için Meclis-i Mebusan’da
entrikalar çevirdiği eski sadrazam) Mareşal Ahmet İzzet Paşa, hatıratında
şunları yazacaktı:
“M.
Kemal Paşa, istediği kadar Padişah’ın özel memuru olarak bu işe başlamış
olduğunu inkara savaşsın. Benim bu hususta kanaatim sağlamdır. Çünkü
kendisine verilen yetki, şimdiye kadar hiçbir faniye nasip olmamış bir
genişlikteydi. Kendi teftiş dairesindeki askeri kıt’alardan başka komşu
kolordulara ve bütün Anadolu vilayetlerine emri geçerli olacak, memurları
istediği gibi görevinden alacak veya tayin edecektir.
“Benim
bildiğim Babıali (Başbakanlık) bu gibi işlerde, özellikle askerlerin
yöneticileri hükmü altına alması meselesinde çok kıskançtır. Hele
gurur ve kıskançlığı delilik derecesinde olan (Damat) Ferit Paşa’nın Sadaret
(sadrazamlık/başbakanlık) makamında (bile) olmayan yetkileri başkasına
bahşetmek istemesi, doğal olmayan bir durumdur. Bu tarihlerde eski
politikasının ilkelerini değiştirerek güya halka hoş görünmek ve güven vermek
için, Tevfik Paşa’yla benim kabinelerimizin (bakanlar kurulumuzun) seçtiği ve
tayin ettirdiği on iki nezaretsiz (bakanlıksız) bakanın katılmasıyla oluşturulan
kabinenin içinde ben de vardım. Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişliğe tayinini
içine alan ve yetkilerini belirleyen belge görüşülüp tasdik olunmak üzere
Vükela Meclisi’ne (Bakanlar Kurulu’na) verildiği tarihten bir hafta on gün önce
Paşa fermanını, yetki mektubunu taşıyarak hareket etmiş bulunuyordu.
“Bu
haller açıkça gösterir ki bu memuriyet resmî hükümetin
değil, Padişah‘ın düşüncesinin ürünü ve tedbirinin eseridir.
Babıali ve Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) Saray’dan aldıkları işaretle
bunu uygulamaya koymuşlardır.
“Fakat bu gerçeğin gizlenmesi, M. Kemal Paşa’ca olduğu kadar, sinsi
Padişah’ca da gerekliydi. (Mustafa Kemal) Paşa, büründüğü
esrarlı kisveye, gelecek için beslediği emeller ve hayallere uymaması
yönünden (yüzünden) Saray’a bağlılığını gizlemek, memur ve mensubu olduğu hükümdara karşı işlediği iğfal (aldatma),
sözünden cayma, küfran-ı nimet gibi basitlikleri halkın gözünden saklamak, hiç olmazsa hafifletmek istiyor,
Padişah da ne şekilde olursa olsun, bir kimse tarafından aldatılmış olmayı (aldatıldığını itiraf etmeyi) kibrine
yediremiyor, bir yandan da yabancılarca el altından [onlara] oyun yapmak
istediğinin anlaşılmasından korkuyordu.”
(Ahmet
İzzet Paşa, Feryadım, C. 2, İstanbul: Nehir
Y., 1993, s. 214.)
*
Ne zaman ki Mustafa
Kemal Samsun’a çıktı ve cebinde olağanüstü yetkiler, üstünde
padişah yaveri unvanı olduğu halde Anadolu’ya postu serdi, işte o zaman
İngilizler söyledikleri uzun havaya son verip caz’a geçiş yaptılar.
Osmanlı hükümetinden
Selanikli Mustafa Atatürk’ü derhal İstanbul’a geri çağırmasını istediler.
Maksat Selanikli’nin
Osmanlı hükümetinden bağımsız ve laf dinlemeyerek hareket edebilmesinin
zeminini hazırlamak, bunu meşrulaştırmaktı.
İngiliz baskısı
altındaki Osmanlı hükümeti ve Padişah Vahideddin ister istemez buna uymak
zorunda kalacak ve böylece bir ölçüde İngiliz işbirlikçisi konumuna
düşürüleceklerdi.. Gerçek İngiliz işbirlikçisi Selanikli ise,
İngilizler’e ve İngiliz işbirlikçisi Osmanlı Devleti yönetimine meydan okuyan
1919 model bir aslan yürekli vatansever haline getirilecekti.
Selanikli bir taraftan
da millete, “Padişah ve hükümet böyle davranmaya mecbur, görünüşe aldanmayın”
diyebilecekti.
*
İngilizler de,
Selanikli’nin kendisi de, o günkü şartlarda Osmanlı hükümetinin, Anadolu’ya
kapağı atmayı başarmış olan Mustafa Kemal’e artık güç yetiremeyeceğinin
farkındaydılar.
İstanbul'un Selanikli'ye tavır koymasının tek bir işlevi ya
da getirisi vardı: Osmanlı padişahı ile hükümetini İngiliz işbirlikçisi,
Mustafa Kemal’i ise işgalcilere direnen kahraman gibi gösterme illüzyonunun millete yutturulması.
İngiliz oyunu iyi
kurmuştu.
Nitekim Selanikli,
anasına yazdığı bir mektupta, Osmanlı hükümetinin kendisine güç yetirmesinin
artık mümkün olmadığını ifade etmiş bulunuyor:
“Muhterem
Valideciğim,
“…
Biliyorsunuz ki İstanbul'da iken yabancı devletler, devleti ve ulusu fevkalade
sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa hepsini
hapis ve tevkifle, bir kısmını da Malta'ya sürerek herkesi sıkıntıya sokmakta
pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3.
Ordu Müfettişi olarak Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden
şüphelendiler, Hükümete benim gidiş nedenimi sordular.Nihayet İstanbul'a
çağırılmamı istediler, bunda ısrar ettiler. Hükümet te beni kandırarak
İstanbul'a gelmemi ve İngilizlere teslim olmamı sağlamak istedi. Bunun
derhal farkına vardım. Tabiatıyla kendi ayağımla gidip esir olmam
doğru değildi. Padişahımıza gerçek durumu yazdım ve
gelemeyeceğimi bildirdim. Zat-ı Şahane de önce uygun buldu.
Fakat daha sonra İngilizlerin baskısı artmıştı. Sonunda o da
İstanbul'a dönmemi emretti.
“Bu
suretle artık resmi görevimde kalmaya imkan görmediğim gibi
askerliğimi sürdürdükçe de İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına karşı
duyulamayacaktı. Bir taraftan da bütün Anadolu halkı, tüm ulus, hakkımda büyük
bir sevgi ve güven gösterdi, "seni bırakmayız" dediler. Gerçekte
vatan ve milletimizi kurtarabilmek için tek çare, askerliği bırakıp
serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti tek vücut bir hale
getirmekle doğacak kudret ve ulusal gücü kullanmaktan başka çare yoktu. Ben de
öyle yaptım. Elhamdülillah başarılı oluyorum. Pek yakında elle tutulur sonucu
bütün dünya görecektir. Ben bu suretle hareket edince İngilizler derhal
yalvarmaya başladı. Ve beni kazanmaya çalıştı. Ve bütün suçu bizim
hükümete attılar. Gerçekten hükümet te benimle uğraşmak istedi. Fakat
gücü buna yetmedi ve yetemez.
“Daha
bir zaman bu şekilde Anadolu içinde çalışmakla her şey
hallolunacaktır. Yakında Millet Meclisi toplanacak ve meşru
bir hükümet iktidara geçecektir. Ben de ihtimal o zaman
İstanbul'a geleceğim. …”
(Sadi Borak, Öyküleriyle Atatürk'ün
Özel Mektupları, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1980. s. 243-245.)
Mektubun başında şu
tarih yer alıyor: 1 Ağustos 335 (920).
335’ten kasıt 1335,
1920 ise Borak’ın eklemesi.
Ancak, yanlış tarih
eklemiş.. 1919 yazması gerekiyordu.. Mektupta yer alan “Yakında
Millet Meclisi toplanacak ve meşru bir hükümet iktidara
geçecektir” şeklindeki cümle de bunu ortaya koyuyor.
*
Evet, bu satırlar Erzurum
Kongresi sırasında yazılmış bulunuyor. Samsun’a çıkıştan iki ay, iki
hafta sonra..
Selanikli Mustafa
Atatürk, saf Kâzım Karabekir’in desteğini alması sayesinde bir Heyet-i
Temsiliye oluşturmayı ve başına geçmeyi başarmış durumda.
Ancak Selanikli’nin
kafasındaki asıl hedef, yeni bir devlet kurmaktan ibaret..
İngilizler’den bu konuda destek sözü almış.
Nitekim İngilizler, Selanikli’nin başarısı için
ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır. İnönü’nün sözlerini tekrar
hatırlayalım:
"İstiklâl mücadelesinin başarısı da
esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu
kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."
*
İngilizler’in,
Selanikli Samsun’a çıktıktan sonra güya pirelenip Osmanlı hükümetine “Mustafa
Kemal Anadolu’ya niye gitti?” diye sormaları ve ardından İstanbul’a dönmesinin
sağlanmasını istemeleri, Selanikli’nin Osmanlı hükümetini İngiliz
işbirlikçisi ve gayrimeşru gösterebilmesi ve Anadolu’da sözde
meşru bir hükümet kurma bahanesine sahip olabilmesi için elzemdi.
Yoksa, Selanikli’nin
anasına yazdığı mektupta dile getirdiği gerçeğin onlar çok daha iyi
farkındaydılar: “Gerçekten hükümet te benimle uğraşmak istedi.
Fakat gücü buna yetmedi ve yetemez.”
Fakat, Padişah
Vahideddin’e o sırada toz kondurmuyor.. Öyle ki, TBMM’yi açarken bile Padişah’a
bağlılık yemini edecek, ona isyan etmiş olmaları dedikodusunun
bir yalandan ibaret olduğunu açıklayacaktır. Yani yalan söyleyecek,
takiyyesinin üstüne kapkara bir tüy dikecektir.
TBMM’yi açıp
başkanlığına geçtikten ve “meşru” hükümetini kurduktan sonra
yavaş yavaş asıl niyetini izhar etmeye başlayacaktır.. Çünkü artık, “Ben
Padişah’ın gizli görevle Anadolu’ya gönderdiği yaveriyim”
demesine çok fazla ihtiyaç kalmamıştır.
Millet hakimiyetinden
söz etmesi, kendisini millet iradesine dayanan, meşruiyetini milletin
tensibinden alan bir halk adamı gibi göstermesi imkânı hasıl olmuştur.
*
Bu süreçte İngilizler
de (İsmet İnönü’nün sözünü ettiği şekilde) Selanikli Mustafa Atatürk’ün
başarısı için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır.
İlk hamleleri, İzmir’e
çıkarma yapmış olan Yunan ordusunu İzmir dağlarında açan
çiçekleri toplamaya mahkum etmeleri olacaktır. Bunun için (adını General
Milne’den alan) bir Milne Hattı belirleyecek ve bu sınırı
geçmemeleri talimatı vereceklerdir.
Yunan ordusunun
durdurulması, (Selanikli’ye bir Heyet-i Temsiliye oluşturup başına geçmesi
fırsatı verecek olan) Erzurum Kongresi’nin toplanacağının artık kesinlik
kazanmış olmasının ve İngilizler’in Mustafa Kemal’in bu işin üstesinden
geleceğine kanaat getirmesinin bir sonucuydu:
“Yunanlıların Aydın’ı ikinci defa işgali
ile Denizli istikametine ilerlemelerinin önüne geçebilmek için bütün birlikler
Demirci Mehmet Efe’nin de katılımıyla birlikte Umurlu’da toplanmaya başlamıştı.
…
“Fakat bu savunma hattı 17 Temmuz 1919 akşamı gerçekleştirilen Yunan taarruzunda 7 saat süren çatışmadan sonra dayanamayarak Köşk’e çekildi. Köşk istikametine dogru yürüyen Yunan birliklerini
ise Venizelos’un emri durdurmuştu.
“Celal Bayar’ın da belirttiği gibi
Yunan kuvvetleri taarruza devam etseydi, Köşk’ü de işgal edebilirdi. Yunan
Kuvvetleri Başkomutanı, Köşk’ün de işgali emrini vermişti.
Ama Venizelos’un gönderdigi telgraf üzerine Yunan ilerleyişi
durmuştur.”
[Hakkı Gürkan Ganız, “Milli Mücadele Başlarında Aydın Sancağı (1919-1920)”, yüksek lisans tezi, Aydın: Adnan Menderes Üni. Sos. Bil. Ens., 2009, s. 101-2.]
Cephedeki adam, Yunan
Kuvvetleri Başkomutanı, Köşk’ün de işgali emrini veriyor, fakat Venizelos taa
Atina’dan oturduğu yerden telgraf çekip “Aman işgal etmeyin!” diyor.
Niye?
Sebep şu: Emir büyük
yerden.. Venizelos’un da, Selanikli Mustafa Atatürk’ün de ipini elinde tutan
İngiliz, Selanikli’nin saf Karabekir sayesinde Anadolu’da
tutunma imkânına kavuşmuş olduğunu görmüş durumda.
*
Yunan ordusu o gün için
yürüyecek olsa, karşısında direnecek bir güç bulunmadığı için (Ki Sakarya
Savaşı öncesinde Ankara-Polatlı’ya kadar rahatça geleceklerdir) Karabekir’le
karşılaşıncaya kadar sellemehüsselam yoluna devam edebilecektir. Bu da
Karabekir’in İstiklal Harbi’nin doğal lideri haline gelmesine
yol açacaktı ve Selanikli’nin TBMM’yi kurup açması fırsatı da ebediyen elden
kaçacaktı.
O yüzden İngilizler
Yunan’ın kulağını çok sert çektiler ve ona İzmir dağlarında ot yoldurdular.
Selanikli 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’yi açtığında, Samsun’a çıkışının üzerinden tam 11 ay 4 gün, yani yaklaşık bir yıl geçmiş bulunuyordu.
Ve
Selanikli bu süre zarfında düşmana tek bir mermi bile sıkmış değildi, sadece
nutuk atmış, İngiliz işbirlikçisi olmakla suçladığı Osmanlı hükümetine bol bol
sövüp saymıştı.
*
TBMM’yi açtıktan sonra
sıra millete sövüp saymaya gelmişti.
Selanikli Mustafa
Atatürk, İngiliz’in İzmir dağlarına bağladığı Yunan’la değil,
kendisine biat etmeyi kabul etmeyen milletle savaşmaya başlamıştı.
İngiliz, Selanikli’nin
millete karşı başlattığı bu savaşı kazanması için, İnönü’nün
açıkladığı şekilde, gereken desteği sonuna kadar vermekteydi.
Yunan’ın Milne
Hattı ile durdurulmuş olması bundan kaynaklanıyordu.
Selanikli Mustafa
Atatürk’e biat etmeyenler vatan haini kabul
ediliyor, vatan topraklarının üstünde yaşama haklarını kaybediyor, yerin bir
metre altına yolcu ediliyorlardı.
“Ben fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür bir Osmanlı vatandaşıyım ve devletime
bağlıyım” diyen herkes vatan haini kabul ediliyordu.
İngilizler’in
(İnönü’nün sözünü ettiği desteği sayesinde) Selanikli, vatanı vatandaşlardan
kurtarmaya çalışmaktaydı.
*
Selanikli rahatça
TBMM’sini ve “meşru” hükümetini kursun diye Yunan’ın elini ayağını bağlayan
İngilizler, TBMM’nin önü açılsın, alternatifsiz olsun diye İstanbul’daki
Meclis-i Mebusan’ın (parlamentonun, milletvekilleri meclisinin) kapısına kilit
vurmayı da ihmal etmemişlerdi.
TBMM’nin açılışından
bir ay kadar önce, Meclis-i Mebusan’ın (Mustafa Kemal’i adamdan
saymayan) ağır toplarını tutuklayıp Malta’ya sürmüşler, hafif sıklet mebusların
(milletvekillerinin) ise Anadolu’ya geçerek Ankara’da “doğal üye” olarak
TBMM’ye katılmalarına izin vermişlerdi..
Böylece, hem, “Meclis-i
Mebusan varken ne lüzum var yeni bir meclise?!” diyecek olanlar
susturulmuş, hem de “doğal üye” hafif sıkletler sayesinde TBMM’nin
meşruiyeti sağlam kazığa bağlanmış oluyordu. (Bu “doğal üye”lerden Ali
Şükrü Bey ilerde Selanikli’ye sorun çıkaracak, fakat onu Selanikli’nin
korumalarının başı Topal Osman aldatıp tuzağa düşürerek
adamlarıyla boğup öldürecekti. Emri kimden aldığı belliydi.)
İngilizler bu arada
Osmanlı hükümetinin ayağına pranga vurmayı da ihmal etmemişlerdi. Harbiye
Nezareti’ni (Milli Savunma Bakanlığı’nı) ve Osmanlı Genelkurmayı’nı basarak
kapısına kilit vurmuşlar, böylece Anadolu’daki Osmanlı subaylarına “Otobandaki
son çıkış, istikamet Ankara” mesajını vermişlerdi.
İngiliz keferesi
bununla da yetinmemiş, bütün telgrafhaneleri işgal ederek Osmanlı hükümetinin
Anadolu ile olan iletişimini tümden kesmiş, böylece hükümeti kör, sağır ve
kötürüm hale getirmiş, eli ayağı tutmaz ve yürüyemez yatalak bir hasta durumuna
düşürmüşlerdi.
*
En kötüsü de, Ankara
aleyhinde açıklamalar yapması sağlanarak Selanikli’nin onu gayrimeşru
göstermesinin ve İngiliz işbirlikçisi olarak yaftalamasının önünü açmışlardı.
İngilizler bu
politikalarını, İstanbul’u Selanikli'ye kavgasız gürültüsüz bırakıp gittikten
sonra da sürdürdüler. Mustafa Atatürk’ün Vahideddin aleyhindeki “İngiliz
işbirlikçisi hain” söylemine haklılık kazandırmak için ellerinden geleni
yapmaya devam ettiler. Mustafa Armağan şunları yazmıştı:
“…
Aslı Britanya arşivlerindeki gizli yazışmalara göre, işgalci İngilizler, şimdi
de ‘esir padişah’ı Samsun’a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa
aleyhine konuşmaya zorlamaktadırlar. Ne var ki, Vahdettin kendilerine, Mustafa Kemal
Paşa’nın ancak İtalya’nın birliğini sağlayan millî kahramanları Garibaldi kadar
“haydut” kabul edilebileceğini, onun yurtseverliğinden kuşku duymadığını,
dahası ona saygı ve hayranlık hissetmemenin güç olduğunu söylemiştir. (Bkz. S. Ramsdan Sonyel, Turkish Diplomacy 1918-1923, Londra
1975, s. 154, dipnot 1’den aktaran: Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine
Tezler 5, İstanbul 1992, Tekin Yayınevi, s. 249-250.)
“İngilizler
de bu sözleri resmen kayıtlara geçirmişler. Vahdettin’in ifadelerinin
İngilizce çevirisi şöyle:
“It
is absurd to label the Nationalist Movement as the tyranny of a set of
non-Turkish brigand and patriot in much the same sense that Garibaldi was, and
is difficult not to respect and admire him.”
(http://www.derindusunce.org/2010/07/20/ataturk-ingiliz-valisi-olmak-istedi-mi/)
*
Bütün bunlar olup
bittikten, Selanikli TBMM’yi açıp “meşru” hükümetini kurduktan sonra
İngilizler, bu defa Ankara-Yunan barışı için devreye girecek,
Selanikli’nin cepheye gidip yorulmadan zaferini ilan etmesini sağlamaya
çalışacaklardı. Fakat o arada Yunanistan’da hükümet değişecek, İngilizler’in
adamı Venizelos, Almanya yanlısı devrik kral Konstantin’in
tekrar tahta oturması yüzünden başbakanlık koltuğunu kaybedecekti.
Ve Konstantin, ordusuna
Anadolu içlerine yürümeleri emri verecek, İsmet İnönü Eskişehir’de
ağır bir bozgun yaşayacaktı.
Filistin’de İngiliz’in
önünden yıldırım gibi kaçmış olan Selanikli, bu defa da Yunan’ın önünden Kayseri’ye
kaçmayı ve TBMM’yi (sonradan Kayseri Lisesi olarak hizmet gören binaya) taşımayı
kararlaştıracaktı.
Fakat TBMM bunu kabul
etmeyecekti..
Selanikli, kendisinin
Kayseri’ye gitmesi durumunda TBMM’nin Ankara’da kalıp yeni bir başkanla yoluna
devam etmesi ihtimali belirince geri adım atacak, Ankara’da kalıp Yunan’la
savaşmak için gereken tedbirleri almayı kabul edecekti.
Bununla birlikte,
Selanikli’nin has adamları, TBMM evrakını da yüklenip çoktan Kayseri’ye gitmiş
durumdaydılar:
“…
Sakarya Savaşı öncesi ve sonrası milli mücadelenin en buhranlı zamanıydı. …
Ağustos [1921] sonlarına doğru [Yunan’ın] Sakarya taarruzu başlayıp da ordu
sıkıştığı sırada, meclis ve hükümet evrakı vesair şeyler Kayseri’ye gönderilmişti. Hatta bir
kısım mebuslar da [milletvekilleri] aileleriyle birlikte Kayseri’ye
gitmişti. Meclisin [milletvekillerinin] dörtte biri kadar gitmişti.
Ailesini Kayseri’ye nakledenlerin arasında Mazhar Müfit de
bulunmaktaydı.”
(Nurcan
Yavuz, “Milli Mücadelede Mazhar Müfit Kansu”, Atatürk
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi Enstitüsü Dergisi, Cilt:
1, Sayı: 5, 1991, s. 123.)
Gidenler, Selanikli’nin
has adamlarıydılar.
Felsefeleri ise
şuydu: Mevzubahis olan bizim istikbalimizse vatan da teferruattır.
*
Evet, Selanikli’nin
(İsmet İnönü’nün sözünü ettiği şekilde kendisine destek veren) İngilizler’le
daha Samsun’a gitmeden önce İstanbul’da belirlediği yol haritası, şu aşamaladan
oluşuyordu:
Bir kongre ile Heyet-i
Temsiliye’nin teşkili, ilk adımdı..
İkinci adımı, Osmanlı
Meclis-i Mebusanı’nın yerini alacak bir meclisin (TBMM’nin) toplanması
oluşturuyordu.
Üçüncü adım ise,
İstanbul hükümetini gayrimeşru gösterecek yeni bir
hükümet kurmaydı..
Dördüncü adımı da, Osmanlı Devleti’nin varlığına son verilmesi, Padişah
Vahideddin’in sırtında bir asker postalı izi çıkartılması ve Dolmabahçe’deki
koltuğa oturma imtiyazının Selanikli’ye devri oluşturuyordu.
Ancak, sinsi Kemal
başlangıçta millete tam aksi yönde konuştu.. Anasına yazdığı özel mektupta bile
Padişah Vahideddin’den saygıyla söz etti, “Zat-ı Şahane” filan dedi.
Bir tek, Erzurum
Kongresi gecelerinden birinde hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya
Yiğit’e (kimseye söylenmemesi kaydıyla) gerçek niyetini ve gündemini
açıkladı.
*
Prof. Ekinci söz konusu
programda şunları da söylemiş:
“[Mustafa
Kemal başlangıçta] Harbiye nazırı [Milli Savunma Bakanı] olup İstanbul’da
kalmak istiyordu. ama Sultan Vahdettin ile kişilikleri çok farklıydı
,yaşantıları, dünya görüşleri çok farklıydı. Baştan böyle [Msutafa Kemal’i
Anadolu’ya gizli görevle gönderme gibi] bir görüşü yoktu, Sultan Vahdettin’e
[“Vatan için böyle birşey yapabilirsin”] dediler; Raporlar hazırlandı “işte bu
Mustafa Kemal Paşa senin beğeneceğin adam değil, işte kadına meraklıdır, sabetay asıllıdır. İşte
şöyledir böyledir, eski ittihatçıdır”, çok onu kötüleyen, itham eden raporlar
geldi. “Fakat başka adam yok” dedi, “ondan başka adam yok n’apabiliriz” dedi.
“Hatta
Cumhuriyetçi olduğunu da söylediler. “Ama elde adam yok” dedi, “ona iltimat
etmek durumundayız, umarız ki dedikleriniz doğru çıkmasın” dedi . Ama [rapor
verenlerin] dedikleri doğru çıktı. Mustafa Sabri Efendi diyor
ki: “Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal ile İngilizler’e bir oyun oynamak istedi.
İngilizler Mustafa Kemal ile Sultan Vahdettin’e bir oyun oynadılar.”
“Diyor
o zaman Mustafa Sabri Efendi, hatıralarında böyle diyor. Yani işin 2 aktörü var: Ankara ve İstanbul. Ama esas aktör, baş aktör
İngiltere’dir. [İngilizler] ikili
oynamıştır, her iki tarafla da iyi geçinmiştir.
“Ve
sonunda yine İngiltere kazanmıştır. Kasa her zaman kazanır.”